Yazar ve daegu food

Hayatta bir ulusun hikâyesini yemeklerinden daha iyi anlatan pek az şey vardır. Uganda’da bu hikâye, kelimenin tam anlamıyla Rolex adı verilen mütevazı bir sokak lezzetine sarılmıştır. Bu öyle bir yemektir ki ülkenin her köşesinde karşınıza çıkar; Kampala’nın yoğun caddelerinden Gulu, Fort Portal ya da Kabale’deki küçük ticaret merkezlerine kadar. Burada söz konusu lüks saatler ya da statü değildir; Rolex, kızarmış yumurta ve başka basit malzemelerle doldurulmuş, rulo hâline getirilmiş bir çapatidir. Ancak bu sadeliğin ardında, yaratıcılıktan, sıcaklıktan ve sıradan olanı olağanüstüye dönüştürme sanatından söz eden derin bir kültürel kimlik yatar.
Rolex’e olan sevgim yalnızca tadıyla ilgili değil; arkasındaki hikâyeyle, süreçle, sesle, kokuyla ve tüm bir ulusu doyuran o küçük yol kenarı tezgâhlarının ardındaki yüzlerle ilgili.

Buenos Aires adeta her lokmada kendini hissettiriyor. Ve ben sadece paket pizzadan ya da tezgahta kahve eşliğinde tatlı kruvasandan bahsetmiyorum. Mahallelerin, tatların, tarihin ve sunduğu deneyimlerin benzersiz karışımından söz ediyorum. Bu şehirde beni aynı mekanlara tekrar tekrar çeken bir şey var. Elbette yemekler için, ama aynı zamanda misafirperverlik, ince detaylara verilen önem ve her şeyi kusursuzca tamamlayan o mistik hava için de. İşte hiç durmayan bu şehirde favori mekanlarımı duygusal (ve lezzet dolu) bir turla sizlere sunuyorum.

Bildiğiniz gibi, Arjantin; sığır eti, kuzu eti, geyik eti, domuz eti ve alabalık gibi balıkların yanı sıra, ülkemizin güneyindeki göllerden elde edilen çeşitli deniz ürünlerini içeren benzersiz bir mutfağa sahiptir. Ayrıca, kahve içebileceğiniz ve bölgesel tatlıların tadını çıkarabileceğiniz seçkin mekanlarıyla da öne çıkar. Ancak en tipik yemeklerimizden biri barbeküdür; ızgarada pişmiş et ve empanadalar, farklı et veya vejetaryen seçeneklerle doldurulan sayısız iç harçla hazırlanır. Bu blogda, ülkenin tipik yemeklerini, manzaralarını ve kuzeyden güneye uzanan sayısız lezzeti keşfetmenizi davet ediyorum.