Uganda’nın Rolex’i: Bir Çapatinin İçine Sarılı Gelenek
Uganda’nın Rolex’i: Bir Çapatinin İçine Sarılı Gelenek
Hayatta bir ulusun hikâyesini yemeklerinden daha iyi anlatan pek az şey vardır. Uganda’da bu hikâye, kelimenin tam anlamıyla Rolex adı verilen mütevazı bir sokak lezzetine sarılmıştır. Bu öyle bir yemektir ki ülkenin her köşesinde karşınıza çıkar; Kampala’nın yoğun caddelerinden Gulu, Fort Portal ya da Kabale’deki küçük ticaret merkezlerine kadar. Burada söz konusu lüks saatler ya da statü değildir; Rolex, kızarmış yumurta ve başka basit malzemelerle doldurulmuş, rulo hâline getirilmiş bir çapatidir. Ancak bu sadeliğin ardında, yaratıcılıktan, sıcaklıktan ve sıradan olanı olağanüstüye dönüştürme sanatından söz eden derin bir kültürel kimlik yatar.
Rolex’e olan sevgim yalnızca tadıyla ilgili değil; arkasındaki hikâyeyle, süreçle, sesle, kokuyla ve tüm bir ulusu doyuran o küçük yol kenarı tezgâhlarının ardındaki yüzlerle ilgili.
Sabah ritüeli
Her şey sabah başlar: Tozlu bir sokakta ya da Kampala’da işlek bir yol kenarında yürürsünüz ve işte oradadır—Rolex ustası. Küçücük tezgâhı sıradan görünebilir—bir mangal, gün görmüş bir tava, plastik bir bardak ve birkaç basit malzeme. Ama benim için sihir tam da burada başlar.
Önce plastik bardağı çalkalar—bazen bir baristanın kahve fincanını temizlemesindeki titizlikle. Sonra iki taze yumurta kırar. Tak, tak. Ses yumuşaktır ama ritmiktir; sokakların sabah müziğinin bir parçası. Bir tutam tuz ekler, doğranmış soğan atar ve bazen karışıma daha yoğun bir doku vermek için bir avuç lahana ya da biraz un ilave eder.
Bazıları tüm o ekstraları sever—lahana, yeşil biber, hatta yumurtaya karıştırılmış biraz domates. Ama ben kişisel olarak sadelikten yanayım: sadece yumurta ve soğan. Neden mi? Çünkü Rolex’imi Nyanya Mbisi ile—kızartmadan hemen sonra dilimlenmiş çiğ, taze domatesle—taçlandırmayı seviyorum. Bana göre tadı tamamlayan şey budur—o tazelik, o hafif ısırma hissi ve sıcak, kızarmış tabana karşı kurulan denge.
Bir Rolex yapma sanatı
Usta, yumurtaları tavaya dökmeden önce ilginç bir şey yapar. Tavayı bir miktar soğuk su sıçratarak serinletir—yumurtaların yanmaması için basit bir yöntem. Ardından ustaca bir hareketle biraz yerel yemeklik yağ ekler. Sonrasında gelen cızırtı sesi tartışmasızdır. Bu, kahvaltının; Uganda’nın dört bir yanında hayatın uyanışının sesidir.
Yumurtalar tavaya yayılırken koku yükselir—ısı ve yağla buluşan soğanın o yumuşak aroması. Birkaç saniye sonra bir çapati alır ve yumurtaların tam üzerine yerleştirir. İkisi—yumurta ve çapati—mükemmel şekilde kaynaşır, tek beden olur.
Ben hep o anın tüm deneyimi tanımladığını düşünmüşümdür. Çapati orada öylece durmaz; yumurtayla iç içe geçer, lezzeti ve sıcaklığı içine çeker, tanıdık ve yeni gelen bir şey yaratır. Bu, şık bir mutfakta değil, sokakta doğmuş küçük bir mutfak yaratıcılığı eylemidir.
Birkaç saniye sonra usta hızlı ve kendinden emin bir hareketle tavadan alır. Sonra en sevdiğim kısım gelir: bir domates alır, özenle dilimler ve çapatinin üzerine düzenlice dizer. Nyanya Mbisi anı. Taze domatesin kokusunun kızarmış yumurta ve hamurun sıcaklığıyla birleşmesi unutulmaz!
Seçimler ve alışkanlıklar
Rolex’i nasıl yediğin sana dair bir şeyler söyler. Bazıları iki kat sever: altta bir çapati, üstte bir tane daha—nihai sokak sandviçi. Benim gibi diğerleri ise hafif tutar: tek çapati, sıkıca sarılır, sıcak yenir.
Yıllar içinde Rolex evrildi—basit bir yol kenarı atıştırmalığından sonsuz çeşitlendirmeye açık, kişiselleştirilebilir bir yemeğe dönüştü. Ama ne kadar süslü hâle gelirse gelsin öz aynı kaldı—hızlı, uygun fiyatlı, doyurucu ve sevgiyle yapılmış.
Uganda’ya gelen arkadaşlarıma sık sık şunu söylerim: Bu ülkeyi anlamak istiyorsanız sadece millî parklara ya da müzelere gitmeyin. Bir Rolex tezgâhında durun. Nasıl yapıldığını izleyin, kahkahaları, sohbeti, müşteriyle aşçının arasındaki günlük ritmi dinleyin. Çünkü Uganda’yı en saf hâliyle orada görürsünüz.
Yemeğin ardındaki insanlar
Rolex satıcıları, direncin hikâye anlatıcılarıdır. Çoğu, bir tavadan ve bir hayalden fazlasıyla başlamamış genç erkeklerdir. Her gün, şafaktan gece yarılarına kadar yol kenarı tezgâhlarında durur, yüzlerce kişiyi doyururlar: öğrenciler, işçiler, gezginler ve yoldan geçenler.
Her satıcının kendine özgü bir tarzı vardır. Kimi çapatisini daha yumuşak yapar, kimi daha çıtır. Kimi yumurtayı hız ve şovla çırpar, kimi yavaş ve dikkatle hareket eder. Yine de hepsi, o rulo hâlindeki yemeği uzatırken aynı gururu paylaşır.
Bazen onlara sorular sorarım: Bunu ne zamandır yapıyorsun, günde kaç Rolex pişiriyorsun? Birisi bir keresinde gülümseyerek şöyle demişti: “Kardeşim, saymam. İnsanlar gelmeyi bırakana kadar pişiririm.” Bu söz hep aklımda kaldı. Uganda misafirperverliğinin özünü anlatır—yorulmaz, mütevazı ve cömert.
Bir yemekten fazlası
Zamanla Rolex sadece bir yemek olmaktan çıktı; Uganda yaratıcılığının bir sembolüne dönüştü. Öğrenciler ve işçiler için hızlı bir atıştırmalık olarak başlayan şey, bugün ulusal kimliğin bir parçası. Kampala’da her yıl bu yemeği kutlayan bir Rolex Festivali bile var; yemek meraklılarını, şefleri ve turistleri bir araya getiriyor.
Fakat benim için gerçek Rolex anı, büyük etkinliklerde değil; yol kenarı tezgâhının yanındaki o sessiz sabah anında saklı. Kahkahalar, sadelik, kızaran yumurtanın kokusunun yanından geçen boda bodaların sesleriyle karışması. Aşçının işini yapışını izlemek—acele yok, karmaşa yok—kendi hâlinde kusursuz.
Rolex nihayet servis edildiğinde—sıcak, rulolanmış ve bir parça gazete kâğıdına sarılı ya da sade bir tabakta—ilk ısırığı alırsınız. Çapatinin yumuşaklığı, yumurtanın sıcaklığı, soğanın çıtırtısı ve domatesin tazeliği birleşir. Bu, lezzetten fazlasıdır; bir hatıradır. Ev tadıdır.
Ömür boyu hatıra
Her Rolex yediğimde, bu ülkeyi neden sevdiğimi hatırlarım. Uganda güzelliklerle dolu—yaban hayatımız, insanlarımız ve manzaralarımız—ama kim olduğumuzu en iyi anlatan şey yemeklerimizde gizlidir. Rolex basittir ama yaratıcıdır. Mütevazıdır ama karakter doludur. Uygun fiyatlıdır ama temsil ettiği şey bakımından paha biçilmezdir.
Seyahat ettiğimde onu sık sık özlerim—sabahın erken saatlerinde yol kenarında verilen o mola, yumurtaların kırılma sesi, kızaran yağın kokusu ve en üste konan o son Nyanya Mbisi dilimi. Çünkü bu benim için kahvaltıdan fazlasıdır. Kültürün, dayanıklılığın ve gündelik sevincin hikâyesidir.
Evet, şık restoranlarda yemek yedim, dünyanın dört bir yanından mutfaklar denedim; ama sıcak bir Rolex’le oturup ilk ısırığı aldığım ve tanıdık bir huzurun üzerime yayıldığı o anın yerini hiçbir şey tutmuyor. Bu sadece yemek değil; son lokmadan çok sonra bile süren, mekâna ve insana kurulan bir bağdır.
Rolex sadece Uganda’nın sokak yemeği değildir. Uganda’nın hikâyesidir—rulo yapılmış, sarılmış ve gülümsemeyle servis edilmiş.
Traveossa için Turizm Pazarlama Danışmanı Julius Oboth tarafından yazılmıştır.
Hashtagler: #Uganda #Kampala #Gulu #FortPortal #Kabale #SokakYemekleri #Chapati #Yumurta #Domates #Kahvaltı #YemekKültürü #AfrikaMutfağı #DoğuAfrika #UgandaSeyahati #BodaBoda #NyanyaMbisi #YerelSatıcılar #YemekHikayeleri #Traveossa #TraveossaileKeşfet